16 Temmuz 2014 Çarşamba

Biz burada kalıcıyız - 16 Temmuz 2014

1960’lardan günümüze Avrupa’ya Türk işgücü göçü
İşgücü göçü nasıl başladı?
Göçün başladığı dönemde Türkiye’de kent ve kırsal yapı
Göçü özendiren faktörler
Süreç nasıl gelişti?
Göç alan ülkeler ile Dönemin Türkiye’si arasındaki farklılıklar
Göç alan ülkeler arasındaki farklılıklar
Göç sürecinde en önemli ihtiyaçlar ve sıkıntılar nelerdi?
Bugünkü durum nedir?
Bugünkü sıkıntılar ve gelişimin yönü?

Fuat Boztepe
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Yurtdışı İşçi Hizmetleri Uzmanı

Dr. Can Ünver
Göç Araştırmacısı
Program Danışmanı


Süre: 50'12"
Yayından:
Fuat Boztepe:
“Özellikle Almanya, Kuzey Avrupa ülkeleri Akdeniz havzasından işgücü almaya başlıyorlar ihtiyaçları nedeniyle ve ilk 1955’te İtalya ile anlaşma yapıyorlar. Bunu 1961’de Türkiye ile yapılan anlaşma izliyor. Türkiye’den Almanya’ya iki ülkenin karşılıklı anlaşmaları sonucu işgücü gönderilmeye başlanıyor. Daha doğrusu Alman firmaları ihtiyaç duyduğu işgücünün bir kısmını da Türkiye’den aramaya başlıyorlar. Başlangıçta 1961 yılında Almanya’ya giden çok az sayıda insan var; ama giderek rakamlar büyüyor. Rakamların büyümesinin aslında şöyle bir nedeni de var: İlk giden işgücümüzün çoğunluğu vasıflı elemanlar yani %48’i ustabaşı, kalfa, bugünkü adıyla endüstri meslek lisesi mezunu insanlar ve bu insanlar orada çok olumlu izlenimler bırakıyor. İlk yıllarda bizim yurtdışındaki ve özellikle Almanya’daki vatandaşlarımız için ne kadar olumlu sıfat varsa onlar kullanılıyor. O yüzden birdenbire Almanya'daki işverenler Türk işçisi talep etmeye başlıyorlar. Yani başlangıçta ikili anlaşma kapsamında ve İşkur üzerinden işçiler giderken, sonra eş-dost, tanıdık, ahbap üzerinden işgücü gitmeye başladı ve 1968-70 tarihlerinde birdenbire yüz binler gitmeye başladı Avrupa’ya.

1960’da Türkiye’de tarım toplumundan çıkış başlıyor. Yeni kararlar alınmış. Birincisi, hızlı nüfus artışının teşvikleri sona eriyor. İkincisi, tarımda makineleşme, traktör girmiş; tarımdan açığa çıkmış büyük bir işgücü fazlası var. Yani Avrupa'nın özellikle Almanya'nın işgücü ihtiyacı ile bizim işgücü fazlamız da bir araya gelmiş ve o yıllarda karşılıklı buluşmuşlar. Ayrıca vatandaşlarımızın son derece dürüst olmaları o yıllarda kendilerinin tercih edilme nedeni olmuş. Alman işverenler arasında Türklerin dürüstlüğü, namuslu olmaları, çalışkan olmaları yaygınlaşıyor ve işçi talebi başlıyor.
Başlangıçtan itibaren Alman, Belçika, Hollanda tarafları Türklerin geçici olarak gelmesini istiyor. Ama bir süre sonra hem gidenlerin Türkiye’de bıraktığı çocuklar büyümeye başlıyor, ihtiyaçları artıyor ve asıl olarak Alman, Belçikalı, Hollandalı işveren diyor ki biz bunları eğittik bir noktaya getirdik biz bunları göndermek istemiyoruz. Avrupalı işveren de bizimkilerin dönmesini istemiyor.

İşgücü göçünün geçirdiği evrelerden söz edebiliriz. Bunu yazdığım bir makalede üçe ayırmıştım: Başlangıç dönemi yani sadece bekâr ya da aile babalarının, erkeklerin gittiği bir dönem var. Kadınlar yok. Sonra 69-70’de Almanya birdenbire kadın işgücü istiyor. O dönemde kadınlar ilk kez Almanya’ya gitmeye başlıyor. 70’lerden itibaren eş ve çocuklar getirilmeye başlanıyor.
Birdenbire Avrupa çok cazip hale geliyor ve hücum başlıyor. Yurtdışını cazip gösteren o kadar olay yaşandı ki Türkiye’deki insanlar yurtdışında çalışma arzusunu taşımaya başladılar ve gidip orada çalıştıkları koşulları kimse izine geldiğinde anlatmadı. Sadece ne kadar iyi olduklarını, nasıl iyi para kazandıklarını anlattılar.

Giderek ailelerin Almanya’ya, Hollanda’ya, Belçika’ya gelmeleri, çocukların okula gitmeye başlamaları, işçi yurtlarından çıkıp mahallelerde kiralık ev tutmaya başlamaları ile Almanlar, Hollandalılar, Belçikalılar birdenbire bizimkileri görmeye başladılar. O güne kadar ortalıkta görünmeyen bizimkiler birdenbire ortaya çıkmış oldular. Okullarda, alışveriş yerlerinde, spor sahalarında varlar. Bu tabii ufaktan küçük küçük çatışmalara neden olmaya başladı. Giderek sorunların şekli değişmeye başladı. Arkadan da 73 krizi geldi. Almanya’da işsizlik başladı. İşsizlik başlayıp iş yerlerinde rekabet artınca yabancılar bizim işlerimizi elimizden alıyor demeye başladı yerliler. Birdenbire çatışmalar artmaya başladı ve dışlama, ayrımcılık başladı. Hatta bu giderek yabancı düşmanlığına dönüşmeye başladı. Evlerin yakılması çok üzücü vakalardır. O evlerde yanan insanlarımız oldu. Bundan tabii Almanya da çok mutsuz oldu, insanlarımız da çok tedirgin oldu ve bu tedirginlik hala sürer. 

Bizim vatandaşımız kendisinin kalıcı olduğuna karar verdi. Göç ettikleri ülkeleri ikinci vatanları olarak benimsediler. Doğru kararlar almaya başladılar, çocuklarını okutmaya başladılar ve birdenbire bizimkiler toplumun her kesiminde temsil edilmeye başlandı. Daha önce beşti; şu anda federal parlamentoda sadece Almanya’da Türk kökenli on bir milletvekili var. Artık vatandaşlarımız o ülkelerin toplumlarının ayrılmaz birer parçası oldular.
İlginç bir şekilde birinci, ikinci nesilde görmediğimiz bir davranış şekli var üçüncü ve dördüncü nesilde. Onlar dil olarak Almancayı kullanıyorlar. Çünkü orada doğdular, orada okullara gittiler.”

Dr. Can Ünver:
“Almanya tarafında ciddi bir muhalefet var. ‘Türkler farklı bir kültürden geliyor, onlar gelmesin, Müslümandırlar’ diyenler var. Fakat tam o sırada 1961 yaz aylarında Berlin Duvarı yapılıyor. Berlin Duvarı yapılıp da özellikle Doğu Alman kökenli işgücünden yararlanma imkânı ortadan kalkınca ‘Türkiye’den de işçi getirelim’ baskısı fazlalaşıyor. Bu baskıyı da ABD yapıyor. İlk gelen işçilerimiz bir Amerikan sermayesi olan Ford fabrikasına gelmiştir. Bunu unutmamak lazım. 

Türkiye açısından da bakılacak olursa, 60 ihtilalinden sonra Türkiye’nin ekonomik durumu çok kötü. 1961’de dış ödemeler dengesi fevkalade bozuk olduğu için Türkiye’ye döviz gelsin diye düşünenler çoğalıyor. 61 anayasası ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatında da kalkınma odaklı bir beklenti var. ‘Gitsinler orada sanayi işçisi olarak beceriler kazansınlar, edindikleri bilgi ve becerilerle gelip Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunsunlar’ şeklinde bir beklenti var. Fakat saf Anadolu köylüsünün gidip çalışması olayları enteresandır. Aslında sanayi kültüründen gelmeyen bir toplumun içinden çıkıp, gidip birdenbire sanayi toplumunun içinde fabrikada çalışma söz konusu. Bu ciddi bir sosyolojik değişim gerektiriyor.

Almanya’da bir zihin devrimi yaşandı. Birkaç gün evvel Alman milli futbol takımı dünya şampiyonu oldu. En önde gelen futbolcusu, Mesut Özil, Zonguldak kökenli bir çocuğumuz. Sonuç olarak kalıcılık ve yerleşiklik süreci aşamalardan geçerek ama geri dönüşü olmayacak şekilde oluyor.”

Derleyen: Zeynep Gözde Kozlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder