İşgücü göçü nasıl başladı?
Göçün başladığı dönemde Türkiye’de kent ve kırsal yapı
Göçü özendiren faktörler
Süreç nasıl gelişti?
Göç alan ülkeler
ile Dönemin Türkiye’si arasındaki farklılıklar
Göç alan ülkeler
arasındaki farklılıklar
Göç sürecinde en önemli ihtiyaçlar ve sıkıntılar nelerdi?
Bugünkü durum nedir?
Bugünkü sıkıntılar ve gelişimin yönü?
Fuat Boztepe
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Yurtdışı İşçi Hizmetleri Uzmanı
Dr. Can Ünver
Göç Araştırmacısı
Program Danışmanı
Süre: 50'12"
Yayından:
Fuat
Boztepe:
“Özellikle
Almanya, Kuzey Avrupa ülkeleri Akdeniz havzasından işgücü almaya başlıyorlar
ihtiyaçları nedeniyle ve ilk 1955’te İtalya ile anlaşma yapıyorlar. Bunu
1961’de Türkiye ile yapılan anlaşma izliyor. Türkiye’den Almanya’ya iki ülkenin
karşılıklı anlaşmaları sonucu işgücü gönderilmeye başlanıyor. Daha doğrusu
Alman firmaları ihtiyaç duyduğu işgücünün bir kısmını da Türkiye’den aramaya
başlıyorlar. Başlangıçta 1961 yılında Almanya’ya giden çok az sayıda insan var;
ama giderek rakamlar büyüyor. Rakamların büyümesinin aslında şöyle bir nedeni
de var: İlk giden işgücümüzün çoğunluğu vasıflı elemanlar yani %48’i ustabaşı,
kalfa, bugünkü adıyla endüstri meslek lisesi mezunu insanlar ve bu insanlar
orada çok olumlu izlenimler bırakıyor. İlk yıllarda bizim yurtdışındaki ve
özellikle Almanya’daki vatandaşlarımız için ne kadar olumlu sıfat varsa onlar
kullanılıyor. O yüzden birdenbire Almanya'daki işverenler Türk işçisi talep
etmeye başlıyorlar. Yani başlangıçta ikili anlaşma kapsamında ve İşkur
üzerinden işçiler giderken, sonra eş-dost, tanıdık, ahbap üzerinden işgücü
gitmeye başladı ve 1968-70 tarihlerinde birdenbire yüz binler gitmeye başladı
Avrupa’ya.
1960’da
Türkiye’de tarım toplumundan çıkış başlıyor. Yeni kararlar alınmış. Birincisi,
hızlı nüfus artışının teşvikleri sona eriyor. İkincisi, tarımda makineleşme,
traktör girmiş; tarımdan açığa çıkmış büyük bir işgücü fazlası var. Yani Avrupa'nın özellikle Almanya'nın işgücü ihtiyacı ile bizim işgücü fazlamız da
bir araya gelmiş ve o yıllarda karşılıklı buluşmuşlar. Ayrıca vatandaşlarımızın
son derece dürüst olmaları o yıllarda kendilerinin tercih edilme nedeni olmuş. Alman
işverenler arasında Türklerin dürüstlüğü, namuslu olmaları, çalışkan olmaları
yaygınlaşıyor ve işçi talebi başlıyor.
Başlangıçtan
itibaren Alman, Belçika, Hollanda tarafları Türklerin geçici olarak gelmesini
istiyor. Ama bir süre sonra hem gidenlerin Türkiye’de bıraktığı çocuklar
büyümeye başlıyor, ihtiyaçları artıyor ve asıl olarak Alman, Belçikalı,
Hollandalı işveren diyor ki biz bunları eğittik bir noktaya getirdik biz
bunları göndermek istemiyoruz. Avrupalı işveren de bizimkilerin dönmesini
istemiyor.
İşgücü
göçünün geçirdiği evrelerden söz edebiliriz. Bunu yazdığım bir makalede üçe
ayırmıştım: Başlangıç dönemi yani sadece bekâr ya da aile babalarının,
erkeklerin gittiği bir dönem var. Kadınlar yok. Sonra 69-70’de Almanya
birdenbire kadın işgücü istiyor. O dönemde kadınlar ilk kez Almanya’ya gitmeye
başlıyor. 70’lerden itibaren eş ve çocuklar getirilmeye başlanıyor.
Birdenbire
Avrupa çok cazip hale geliyor ve hücum başlıyor. Yurtdışını cazip gösteren o
kadar olay yaşandı ki Türkiye’deki insanlar yurtdışında çalışma arzusunu
taşımaya başladılar ve gidip orada çalıştıkları koşulları kimse izine
geldiğinde anlatmadı. Sadece ne kadar iyi olduklarını, nasıl iyi para
kazandıklarını anlattılar.
Giderek
ailelerin Almanya’ya, Hollanda’ya, Belçika’ya gelmeleri, çocukların okula
gitmeye başlamaları, işçi yurtlarından çıkıp mahallelerde kiralık ev tutmaya
başlamaları ile Almanlar, Hollandalılar, Belçikalılar birdenbire bizimkileri
görmeye başladılar. O güne kadar ortalıkta görünmeyen bizimkiler birdenbire
ortaya çıkmış oldular. Okullarda, alışveriş yerlerinde, spor sahalarında
varlar. Bu tabii ufaktan küçük küçük çatışmalara neden olmaya başladı. Giderek
sorunların şekli değişmeye başladı. Arkadan da 73 krizi geldi. Almanya’da
işsizlik başladı. İşsizlik başlayıp iş yerlerinde rekabet artınca yabancılar
bizim işlerimizi elimizden alıyor demeye başladı yerliler. Birdenbire
çatışmalar artmaya başladı ve dışlama, ayrımcılık başladı. Hatta bu giderek
yabancı düşmanlığına dönüşmeye başladı. Evlerin yakılması çok üzücü vakalardır.
O evlerde yanan insanlarımız oldu. Bundan tabii Almanya da çok mutsuz oldu,
insanlarımız da çok tedirgin oldu ve bu tedirginlik hala sürer.
Bizim
vatandaşımız kendisinin kalıcı olduğuna karar verdi. Göç ettikleri ülkeleri
ikinci vatanları olarak benimsediler. Doğru kararlar almaya başladılar,
çocuklarını okutmaya başladılar ve birdenbire bizimkiler toplumun her kesiminde
temsil edilmeye başlandı. Daha önce beşti; şu anda federal parlamentoda sadece
Almanya’da Türk kökenli on bir milletvekili var. Artık vatandaşlarımız o
ülkelerin toplumlarının ayrılmaz birer parçası oldular.
İlginç bir
şekilde birinci, ikinci nesilde görmediğimiz bir davranış şekli var üçüncü ve
dördüncü nesilde. Onlar dil olarak Almancayı kullanıyorlar. Çünkü orada
doğdular, orada okullara gittiler.”
Dr. Can
Ünver:
“Almanya
tarafında ciddi bir muhalefet var. ‘Türkler farklı bir kültürden geliyor, onlar
gelmesin, Müslümandırlar’ diyenler var. Fakat tam o sırada 1961 yaz aylarında
Berlin Duvarı yapılıyor. Berlin Duvarı yapılıp da özellikle Doğu Alman kökenli
işgücünden yararlanma imkânı ortadan kalkınca ‘Türkiye’den de işçi getirelim’
baskısı fazlalaşıyor. Bu baskıyı da ABD yapıyor. İlk gelen işçilerimiz bir
Amerikan sermayesi olan Ford fabrikasına gelmiştir. Bunu unutmamak lazım.
Türkiye
açısından da bakılacak olursa, 60 ihtilalinden sonra Türkiye’nin ekonomik
durumu çok kötü. 1961’de dış ödemeler dengesi fevkalade bozuk olduğu için
Türkiye’ye döviz gelsin diye düşünenler çoğalıyor. 61 anayasası ile kurulan
Devlet Planlama Teşkilatında da kalkınma odaklı bir beklenti var. ‘Gitsinler
orada sanayi işçisi olarak beceriler kazansınlar, edindikleri bilgi ve
becerilerle gelip Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunsunlar’ şeklinde bir
beklenti var. Fakat saf Anadolu köylüsünün gidip çalışması olayları
enteresandır. Aslında sanayi kültüründen gelmeyen bir toplumun içinden çıkıp,
gidip birdenbire sanayi toplumunun içinde fabrikada çalışma söz konusu. Bu
ciddi bir sosyolojik değişim gerektiriyor.
Almanya’da
bir zihin devrimi yaşandı. Birkaç gün evvel Alman milli futbol takımı dünya
şampiyonu oldu. En önde gelen futbolcusu, Mesut Özil, Zonguldak kökenli bir
çocuğumuz. Sonuç olarak kalıcılık ve yerleşiklik süreci aşamalardan geçerek ama
geri dönüşü olmayacak şekilde oluyor.”
Derleyen: Zeynep Gözde Kozlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder